29 Ocak 2013 Salı

İki Fincan Kahve

Ne zaman; hayatında bazı şeyler çekilmez hale gelirse,
Ne zaman; yirmi dört saat kısa gelmeye başlarsa,
O zaman; kavanoz ve iki fincan kahveyi hatırlayın…

İşte kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi..

Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…

Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.

Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.

Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;

‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.

Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.

Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.

Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.

Çocuklarınızla oynayın.

Sağlığınıza dikkat edin.

Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.

Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.

Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.

Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.

Gerisi hep kumdur…’

Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; ‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’

27 Ocak 2013 Pazar

Karman Çorman

Huysuzum, mutsuzum, ruhsuzum..
Bu günlerde ben buyum.. Çok yazasım var ama kelimelerim kayıp. Cümlelerim, dilimin ucunda, toplanıyorlar ve olur olmaz dökülüyorlar dudaklarımdan. İçimde tutamaz oldum, yazamaz oldum. 
Kışlar soğuk olmazdı bana, yazlar bahar tadındayı ama bazen üşüyorum. Ben düşmezdim. Bazen ayağım takılıyor, düşüyorum. Sonra kanayan dizlerime bakıyor, zehrimi akıtana kadar gülüyorum. Sonra birden dünyam değişiyor, sevgiye doyuyorum. Güneş açıyor ve başka şeylere dalıyorum. 
Çiçeklere, kuşlara, kelebeklere...

Bilirsin çok severim kelebekleri. Datça'mdaydım. Havuz başında sere serpe güneşlenmekte, güneşi iliklerime kadar hissetmekteydim. Sonra elime narın bir şey değdi. Korktum bir an. Elimi oynatmadan göz ucuyla baktım ona. O turuncudan çalan, kırımızıyı kendine hayran bırakan, güneşin oyun arkadaşı kelebeğe. Şaşırdım. Bir kelebek ki insan eline konmuş, korkusuz. Üzmedim onu, hiç kıpırdamadım. Konuştum onunla; belki bütün hayatımı özetlemişimdir o bir iki saniyede. Kaçmadı, korkmadı benden. Sonra bütün sıkıntılarımı alıp beni oyun arkadaşının sıcağına bırakıp gitti. Zaten o gün bu gündür bir kelebek taşırım boynumda.

Kıskanmak, nedir kıskanmak? İyi bir şey midir? Kıskanmasak keşke, öğrenebilsek kıskanmamayı. Ama yapamıyorum. Tek çocuğum ben, doğamda yok paylaşmak. Sevdiklerim benimdir, sadece benim. Peki ya güven? Onu da öğrenebilsek ya, kayıtsız şartsız güvensek ya. Ben yapamadım. Yediğim kazıklardan mıdır bilmem, annemden başka kimseye dönmem arkamı. Annemde hep bunu öğütler zaten. Bilirim onun da hep en yakınlarından ağzı yandı. Benimde. Hem atalarımız da dememişler mi sanki; 'Babana bile güvenme.' diye. Vardır bir bildikleri.