1 Kasım 2014 Cumartesi

Notting Hill Carnival

Çokça renkli, bolca eğlenceli şeyler yazmak, paylaşmak istedim bu hafta;
 Londra'nın o gri havasına renk ve eğlence katan Notting Hill karnavalı. 

İngiltere'nin ilk ırkçı ayaklanmalarından olan 'Notting Hill ayaklanmaları' karşısında, barışçıl bir çaba sağlamak için 1959 da St. Pancras Belediye binasına yapılan saldırılardan bir yıl sonra ilk karnaval düzenlenmiştir. 1966 yılından itibaren ise Notting Hill'de sokak festivali olarak her yıl yapılması kararlaştırılmıştır. Afrika ve Karayip ülkelerinden göç eden Londralılar bu karnaval ile Karayip Adalarının renkli festival havasını Londra sokaklarına taşımayı hedeflemişlerdir.

 Londra'nın Notting Hill semtinde, her yıl Ağustos ayının son Pazar ve Pazartesi günü yapılmaktadır. Yaklaşık 1.5 milyon insanı Notting Hill sokaklarına çeken ve Rio Karnavalından sonra Dünya'nın en büyük ikinci sokak gösterisidir.


Bu karnaval insanın ruhunu dans ve müzik ile doyurmakla kalmayıp, midesini de doyuruyor tabii ki. Sokak aralarından birbirinden farklı lezzetleri tatmak ve alkole özellikle de Jamaican birasına doymakta mümkün.


Bu kadar ilgi ve insan çeken bu karnavalda en önemlisi de güvenliğin sağlanması konusu. Binlerce insanın yemek yediği, dans ettiği ve özellikle alkolün çok yüksek miktarda tüketildiği Notting Hill sokaklarında İngiliz polisi de yüksek güvenlik önlemleri almaktadır.


23 Ekim 2014 Perşembe

British Museum

Vakit hızlı tüketim vakti.
İnsanların teknolojiden, sosyal medyadan kafalarını kaldırmadıkları, bilginin bir tık uzağımızda olduğu çağda müzeler neredeyse tarihe karışacak ülkemizde. Halbuki yaşamın ve yaşanılanların en önemli kanıtları onlar.

British Museum, Anadolu tarihi eserlerinin de bulunduğu dünyanın en eski ve en büyük müzelerinden biridir. 8 milyon parçanın yer aldığı, 1,8 milyon yılı kapsayan eserlerin bulunduğu müze 1753 yılında Sir Hans Sloane'un biriktirdiği 71.000 parçalık sanat koleksiyonunun hükümet tarafından satın alınmasıyla kurulmuştur. 

Uzun zamandır gezmek, görmek isteğim bu müze, medeniyetlerin kalbinden günümüze değerler taşıyan yaşan bir mekandır.

British Museum, oldukça görkemli bir yapıya sahiptir ve müzenin girişi ve bahçesi insanı mest etmeye yeter.



İçerisinde 5 bölüm ve 95 salon barındırır. Eski çağlara ait sikkeler, madalyalar, baskılar ve çizimlerin olduğu etnografi bölümü bulunur. 
Eski Çağ yapıtları bölümü, Mısır, Eski Yunan, Batı Asya, Antik Roma, Tarih öncesi İngiltere, Ortaçağ ve Doğu yapıtlarından oluşan koleksiyonlar bulunmakta ve bunun dışında Afrika, Avrupa, 
Amerika'nın farklı dönemlerine ait eserler sergilenmektedir.






Müzedeki en ünlü eserlerden biri Rosetta Taşıdır. Demotik ( Eski Mısır'da halkın kullandığı dildir.), Hiyeroglif ve Antik Yunanca yazılmıştır. Böylece yüzyıllardır sır olarak kalan Hiyeroglifler rahatlıkla okunabilmiştir.



M.Ö. 1. yüzyıla tarihlenen Portland Vazosu, Hellenistik Dönem estetik anlayışını gösteren figür tiplerini yansıtır. Kraliyet ailesi için özel tasarlanmış olduğu söylenmektedir ve diğer kıymetli parçalardan biridir.


II. Ramses

Mikstek - Aztek Mozaik Maskları

M.Ö. 3. ve 4. yıllar arasında yapıldığı tahmin edilen anıtımız da İngiltere'de British Museum da. 'Knidos'un Aslanı'. İng. Sir Charles NEWTON 1850'li yıllarda deniz yoluyla Knidos'a gelir ve 384 gün süren kazılar sonunda Aslanlı Mezar'ın aslanını da yanına alarak İngiltere'ye götürür. Bu sayede Newton Londra Üniversitesinden "arkeoloji doktoru", Kraliyet tarafından da "Sir" ünvanlarını almıştır. Ancak 19. Yy'da Osman Hamdi Bey'in girişimleriyle kültür miraslarımızın ve birbirinden kıymetli eserlerimizin gidişine dur denilebilmiştir.

Ve diğer dikkat çeken eserlerden bazıları..

















13 Ekim 2014 Pazartesi

DATÇA / Billurkent

Bence dünya harikası bir yer..
Doğası ve tabi ki o güzel denizi.. 
Hele ki tüm çocukluğunuz, tüm yazlarınız orada geçtiyse..
Minik bir kızdım ilk gittiğimde, 4 yaşındaydım ve o günden bu güne muhteşem anılar biriktirdim.

DATÇA YOLLARI...
Bursa'dan arabayla tam 12 saat süren, mide bulantılarıyla dolu yolculuklar.
Bitsin artık diye isyankar ama bir o kadar heyecanlı.



Hangi Datça çocuğu ''Çok uzun sürdü bu kahvaltı, ben denize gidiyorum.'' diye isyan etmedi ki? 


Anlatacak o kadar çok şey var hayatım da Datça'ya Billurkent'e dair.
Hangisinden başlamalıyım bilemiyorum. 

Akşam yemeğini yiyen, Filli havuzun önünde bekler ve herkes tamam olduğunda oyun başlardı. Ama bir şartı vardı annemin; her yarım saatte bir eve uğrayıp "ben iyiyim, biz iyiyiz" demeliydim. İzin mi? 12'ye kadar. Yakalambaç, saklambaç, yakan top, sessiz sinema, şişe çevirmece ne istersek onu oynardık. Kimi zaman da hikayeler anlatır, ateş yakıp şarkılar söylerdik. En az 20-25 kişilikti grubumuz. Ailesiyle Datça'ya inenler, gündüz yaramazlık yaptığı için gece dışarı çıkamayanlar hariç. Peki biz daha ilk okuldayken o zamanlar üniversite okuyan abi, ablalarımızın bizimle oyun oynamasına ne demeli. 
En sevdiğim ama en korktuğum oyun saklambaçtı. Hep korka korka saklanmıştım; Mine'nin arka aralarında gece kurutulan çarşafların aralarına.
Ne güzel günlerdi. 
Bazı akşamlar ailecek Datça'ya iner Uysal Cafe de kabak çiçeği dolması yer ardından deniz kenarındaki el arabasında enfes lokma yapan meşhur Malik ustamızı ziyaret ederdik. Babam Malik ustayı lafa tutarken ben her yerim yapış yapış olana kadar lokma yerdim. 

Datça da yazlar güzeldi güzel olmasına da peki ya aşklar...
 Büyüyorduk.
Hoşlandığımız ve bir türlü açılamadıklarımız da oldu.
Gitmeyelim diye arabamızın lastiklerini indirenlerde. 


Yemekler hariç sabahtan, gece 12 ye kadar beraber olan 6 arkadaş.
Akşamları havuz başında yapılan o güzel muhabbetler, çocukluğumuza doyamayıp oynadığımız o oyunlar hepsi ayrı güzeldi.
Yaptığımız o voleybol maçları, yürüyüşlerimiz.
 Sabah telefonlarımızda birer mesaj; "kapının önüne bakın!" 
En sevdiğimiz içeçekler.
Peki ya ayrılmak o kadar kolay mı?
HAYIR.

CİHAN BAŞTÜRKMEN ruhun şad olsun.

 Datça benim kıymetlim.
Datçam o kadar güzel ki o kadar olur.

Panaroma
Knidos
Sedir Adası

Gökova Körfezi
Gidilip görülmesi, yaşayıp hissedilmesi gereken yer. Hem herkesin o güzellikleri görmesini istiyorum hem de biri "Datça'ya gittim." dediğinde sanki sadece bana ait bir yermiş ve kimse gidemezmiş gibi sahipleniyorum.


HIDIRELLEZ
Bütün kızlar, erkeklerin lodoslarına karşı
Hem giyinmiş hem soyunmuşlar
Hem de kapanmışlar içlerine
Badem taneleri gibi
Ve lodos vurdukça
O eteklerini kaldıran lodos
Doğdukça doğurdukça kendilerini
Kocasız bir bebek gibi…
Öpüp okşayacakmış…
Başka ve o yaşta ne beklersin ki
Kayaların başında
O dallı giysileriyle
Kimi bekler ki onlar
Poseydon’dan başka
Bu kayalarda durmuş
Bu kızlar ne bekler ki
Bir aşk için boğulmaktan başka…
Hepsi de karaya vurup
Zaytinlerle keçiboynuzlarına
Kendilerini dağıtıp verip
Kökten çıkan dallardan
Yapraklar olmaya…
Rüyası bu Datça’nın
Kadınları okudukça
Okunacak bir güzel kadınlık ve güzellik
Datça olacak Datça
Kadınların yarımadası…
Boşuna değil o dediğim
Burası Afrodiça
Ve gördüğüm bütün herşey
Sevda, Aşk ve Tazelik
Ve Zeytinlerden ve yaşamaktan
Başka bişeyi olmayanların yeri…
Kara Maça’ya karşı…
Fallarda kurtulmuş görünen
Ademi Bademiyle
İyi bilir bir kişiynen
Yaşamı bilmeyiynen
Yaşanan belki de bir haç
Denizin üstüne vurulmuş..
Ama şeklini derhal bozabilir
En ufak bir esinti
Mesela bir hilal de olabilir.
Korkutucu olan şey benim gördüğüm
Ne haç, ne acı, ne haraç olmasıdır…
Burayı ben gözlerimi kapadıktan sonra dünyaya
Yaşamayı hızla öğrenemediğimizden ötürü
Bu yarımadaya, yarım yarım derken
Ufalaya ufalaya
Zaten bitirmişsiniz ya…
Ufalarsanız eğer
İki elim boynunuzdadır derler a…
Ben de bu yarımadayı
Kucağıma kapıp öleceğim,
Ne gavurun, ne müslümanın…
Hiçbiriniz görmeyeceksiniz artık o güzel yeri
İşte bu şairin ve ölümün emri..
Mekanım Datça Olsun

MEKANIM DATÇA OLSUN.